Duke'un Ne Zaman Doğduğunu Biliyor muydunuz?

-
Aa
+
a
a
a

"Klasik müzikte gelmiş geçmiş en büyük besteci kimdir?" diye sorulsa, yanıtlar eminim birbirinden farklı olur, hatta sorunun doğruluğu bile tartışılabilir. Çünkü, öncelik Bach, Beethoven, Mozart gibi ağır toplara verilse de, bu isimler belki Chopin, Vivaldi ve Tchaikovsky ile çekişebilir, kimileri için ise Wagner, Debussy, Stravinsky vazgeçilmez bestecilerin başında gelebilir. Ama aynı soruyu bir de caz müziği için sorun. Ağırlıklı olarak tek bir isim çıkar karşınıza: Duke Ellington!

    Duke Ellington

Bestelerine başta Billy Strayhorn olmak üzere diğer orkestra elemanlarının da kuşkusuz büyük katkıları olmuştur, ama sonuçta caz müzisyenlerinin yorumlamaktan, caz severlerin de dinlemekten bıkıp usanmadığı Caravan, Mood Indigo, It Don’t Mean A Thing If It Ain’t Got That Swing, Sophisticated Lady, Cotton Tail gibi unutulmaz eserler Duke Ellington imzası taşır.

Duke Ellington Orkestrası caz tarihinin en uzun ömürlü big band’lerinden biriydi. Swing döneminden çok önce kurulan Ellington Orkestrası, bu dönem boyunca (1930’lardan 1940’ların ortasına kadar) varlığını başarıyla sürdürmüş ve benzer grupların aksine, Swing’in modası geçtiğinde bile ayakta kalabilen nadir topluluklardan biri olmuştu. Cazın Amerika’nın popüler müziği olduğu Swing Dönemi, Big Band’lerin de altın yılıydı, ancak 1950’lerde bir dönemin kapanmasıyla bu gruplar artık eskisi gibi iş bulamaz ve büyük kadrolarını (Big Band’ler en az 10 müzisyenden oluşuyordu) ekonomik olarak bünyelerinde barındıramaz hale gelmişlerdi.Duke Ellington Orkestrası da, tüm bu olumsuzluklardan nasibini alıyordu elbette. Üstelik onlar için tek sorun müziğin demode olması da değildi. 1950 yılında Amerika’nın saygın caz dergisi Downbeat tarafından verilen özel bir ödül, her ne kadar ‘Big Maestro’nun hâlâ sapasağlam işinin başında olduğunu gösterse de, orkestra gözle görülür bir düşüş yaşıyordu: Duke gruptaki en iyi solocusu Johnny Hodges’ı kaybetmişti, arkasından davulcusunu ve kısa süre içinde davulcusunun yerine geçen müzisyeni de! Prestijli Carnegie Hall konserlerinden ise pek ses seda çıkmıyor, Duke artık nerdeyse sadece televizyon şovlarında varlığını sürdürmeye çalışıyordu. Her geçen gün çığ gibi büyüyen Rock’n Roll modası da tüm bunların üstüne tuz biber ekmiş, Ellington’ı uzun süredir işgal ettiği pop statüsünden indirmişti. Caz severlere gelince, onlar da artık Charlie Parker ve arkadaşlarının başını çektiği Bebop akımıyla ilgilenmeye başlamışlardı, kaldı ki eşliğinde dans edilemeyen ve epey karmaşık bir yapıya sahip olan Bebop, Swing’in aksine kitleleri peşinden sürükleyecek bir müziğe hiç de benzemiyordu. Kısacası, sonunda caz, anavatanında popülerliğini yitirmeye başlamıştı.Manzara parlak değildi belki ama, 1955 yazında Long Island’da bir buz pateni gösterisinde patencilere eşlik eden piyanistin Duke Ellington olduğunu gören seyircilerin eminim yürekleri cız etmişti. Birden fazla döneme imzasını atmış bu kadar yetenekli ve üretken bir müzisyen böylesine aşağılanmalı mıydı?

Önce Duke kapak olmalıydıÜnlü caz piyanisti Dave Brubeck birkaç yıl evvel anılarını paylaştığı bir röportajında, Time dergisine kapak olmayı herşeyden çok istediği halde, o an geldiğinde, buna sevinemediğinden hatta mahçup olduğundan bahsetmişti. Şaşkınlıkla "Ama niye?" diye soran gazeteciye işte şu cevabı vermişti: "Çünkü bu dergiye kapak olmayı benden önce hakeden biri vardı: Duke Ellington!" Brubeck, yüzü kızararak devam etmişti sözlerine: "Üstelik bana bu müjdeyi verenin Duke’un bizzat kendisinin olması, beni daha da yerin dibine geçirmişti! Birlikte turnedeydik, bir sabah erken saatlerde, ben daha uyurken, elinde Time dergisi heyecanla kapımı vurarak müjdeli haberi vermiş ve beni ilk kutlayan kişi de o olmuştu."

Bu sözlerin üzerinden yaklaşık iki yıl bile geçmemişti ki, 20 Ağustos 1956 günü Time alanlar, derginin kapağında Duke Ellington’ın resmiyle karşılaşacaklar, içinde de övgü dolu uzun bir yazı bulacaklardı! Peki işler bu kadar kötüye giderken, ne olmuştu da her şey bir anda tersine dönmüştü?

Buna cevaben, bir sene evvel sanki sihirli bir değneğin dokunuşuyla Miles Davis’in de kariyerini canlandıran 1956 Newport Caz Festivali’nde yaşanan bir onbeş dakika desem, inanır mıydınız? Üstelik aynı onbeş dakikanın, en eski ve tartışmasız en saygın caz festivalleri arasında yeralan Newport Caz Festivali’nin tarihindeki en ilginç anlardan birini oluşturduğunu da söylesem?

 

Newport Caz Festivali, bu ilginç olaydan iki sene evvel başlar. Ellington, ilk yılında davet edilmemiştir ama festivalin ikinci yılında “master of ceremonies” görevi için çağrılmıştır Newport’a. Bir sonraki sene (1956) ise, festivaldeki ilk konserini vermek üzere Long Island’a gider. Popülaritesi inişte olan bir müzisyenin halet-i ruhiyesi içinde, bu festivalde vereceği konseri çok önemsemektedir. Organizatör George Wein’ın da önerisiyle, festival için "The Newport Festival Suite" isimli üç bölümlü bir süit bestelemiştir. Wein’a göre böyle bir eser, artık paslanmaya yüz tuttuğunu düşünen eleştirmenlere en güzel cevap olacaktır.

Duke da özelde bu eserin, genelde de vereceği konserin yaratacağı etkiden oldukça umutludur. Festivalin son gecesinin açılışını Duke Ellington Orkestrası yapacaktır. 7 Temmuz gecesi, konserlerine başlamak üzere 20:30’da sahneye çıkarlar çıkmasına ama, o andan itibaren peşpeşe gelen şanssızlıklar yakalarını bırakmaz. Açılış parçaları Amerikan milli marşıdır ve eseri yorumlamaya başladıklarında orkestranın dört elemanı eksiktir. Hem de öyle böyle değil, orkestranın belkemiğini oluşturan müzisyenlerdir bunlar. (Üç saat sonra döndüklerinde ise bazılarının içmeye gitmiş olduğu ortaya çıkar, diğerleri ise nerde olduklarını bile hatırlamamaktadır.) Ellington eksik kadrosuyla henüz iki parça çalabilmiştir ki yetkililer sahneyi diğer müzisyenlere bırakması için işaret ederler, bir müddet sonra kaldıkları yerden devam edebileceklerdir. Sahneden inerken Ellington çok sinirlidir. "Ne sanıyorlar bizi," diye hırsla söylenir, "sirk akrobatı mı?"Tekrar sahneye çağrıldıklarında ise nerdeyse geceyarısıdır. Yaklaşık yarım saat sonra, bir anda herşeyi değiştirecek olan o sihirli anın mimarlarından biri tenor saksofoncu Paul Gonsalves’e göre, grup üç saat çadırda bekletilmenin verdiği sinirle sahneye hışım içinde çıkmıştır. İlk önce, festival için bestelenmiş süiti çalarlar. Eser bittiğinde belki alkıştan yer gök inlememiştir ama dinleyicilerin eseri beğendiği bellidir. Bir sonraki parçaları "Sophisticated Lady"i çalmaya başlarlar. Acaba şansları biraz olsun dönmüş müdür artık? Çiselemeye başlayan yağmur onların bu iyimserliklerini yüzlerine çarpar. "Day In, Day Out"a geçtiklerinde ise seyirciler evlerine dönmek üzere otoparka doğru yürümeye başlamışlardır bile. Ayine dönüşen konser

Bir an şaşkınlık içinde bocalayan Duke, seyirci beğenisi açısından kendilerini hiç bir zaman yarı yolda bırakmamış olan sağlam bir Ellington parçasına geçmekte bulur çareyi. "Diminuendo and Crescendo in Blue," isimli bu eseri 1937’de bestelemiştir. Grup parçaya öyle bir enerji ve hırsla başlar ki otoparka yönelmiş olan seyirciler bir an duraklarlar... müziğe kulak verirler... bir kaç dakika içinde hemen hepsi geri dönmüş ve coşku dolu bu parçayı dinlemek üzere konser alanındaki eski yerlerini almış olacaktır.

İki bölümden oluşan bu parçada geçiş Ellington’ın piyano solosu ile yapılmıştır genellikle. Ama Duke bu sefer, görevi tenor saksofoncu Paul Gonsalves’e verir. Gonsalves çalarken seyirciler ayağa kalkıp alkışlamaya, beğenilerini belirtmeye başlarlar. Dört chorus sonra ise ayakta, tempo tutmaktadırlar. Festivalin bu son gecesindeki konserlerine gelen yaklaşık yedi bin kişi artık havaya girmiş, işlerin yolunda gitmekte olduğunu gören Ellington’ın da yüzü gülmeye başlamıştır. Seyirciler coştukça Gonsalves de coşar. Yedinci chorus o sihirli anın habercisidir; uzun siyah elbisesi içinde platin saçlı çok çekici genç bir kadın ayağa fırlayıp çılgınca dans etmeye başlar. Etrafındakiler bir çember oluşturup New Bedford’lı olduğu söylenen bu kadını hayranlıkla seyrederken, kalabalıktan bir başkası daha çıkar, sonra bir başkası daha ve birkaç dakika içinde artık hemen herkes ayakta, hatta koltuklarının üzerinde dansetmektedir. Yapımcı ve caz eleştirmeni George Avakian bu müthiş konserin aynı sene çıkan albümü için (Ellington at Newport) yazdığı yazıda, "Dışardan gözlemleyen bir kişi müziği duymasa, bunun bir rock konseri olduğunu zannedebilirdi, insanlar öylesine kendilerinden geçmişti" der ve bunun özellikle, mesafeli ve ölçülü tavırlarıyla tanınan Newport halkı için çok sıradışı bir davranış olduğunu da belirtmeden geçemez.

Dans edenler çoğaldıkça ve seyircilerin coşkusu arttıkça orkestra elemanlarının da şevki artar, davulcu Sam Woodyard’ın giderek yükselen ritmik temposu, dans edenleri daha da coşturur, durmalarına fırsat vermez. Gonsalves bir chorus'u bitirip, diğerine başlarken, her halinden çok heyecanlı olduğu görülen Ellington, piyanosuyla solocusuna bu yüksek tempoda hiç yorulmadan sonsuza kadar eşlik edebilirmişçesine coşkuludur. Sahne ile seyirci koltukları arasındaki boş alan büyük bir dans pisti haline dönüşmüştür. Saksofoncu yirminci (!) chorusa girdiğinde artık seyircilerden bahsetmek abes olur, ortada yaşayan koca bir organizma vardır adeta... büyük bir uyum içinde, dalgalar halinde hareket eden ve bir ayindeymiş izlenimini veren...

Newport Caz Festivali’nin o güne kadarki soğukkanlı ve mesafeli seyirci profiline alışık olan organizatör George Wein, bu coşkunun biraz daha artarsa önlenemeyeceği, birilerinin bu kaosta yaralanabileceği ve tüm bu olanların giderek bastırılamayacak bir isyana dönüşebileceğinden çekinerek, Ellington’a parçayı bitirmesi için işaret eder. Ama Ellington hızını almıştır artık, durması pek mümkün değildir, Wein’a "Müzisyenlere kabalık etme" diye bağırır ve durmayacağını işaret eder. Wein tedbiri elden bırakmaz, polisler konser alanının çevresini kuşatır. Öte yandan Duke da olağanüstü durumun fakındadır, ama dururlarsa asıl o zaman bir isyan çıkabileceğini hissederek, giderek temposu yavaşlayan parçalar çalarak tansiyonu düşürür ve seyircileri yatıştırmayı bilir. Ellington Orkestrası, zorla elde ettiği sahneden o gece kolay kolay inmeyecektir; seyircilerin dinmek bilmeyen alkışları sonunda, tam dört kez bis yaparlar. Gonsalves’e gelince, o da üstüste tam yirmiyedi chorus çalarak bir rekor kırar.

7 Temmuz 1956’da, Newport’da

Ertesi gün herkes Ellington’ın Newport konserini konuşmaktadır. Basın bu hikayeyi çok sevmiştir, çıkan yazılar merak uyandırır. O gece festivalde olmayanlar bu tarihi konserin kaydını dinlemek için can atarlar ve kısa sürede çıkan albüm, anında yüzbinlerce kişi tarafından tüketilir. "Ellington at Newport," Duke’un o güne kadar yaptığı tüm albümlerden daha fazla satarak müthiş bir rekor kırar.

Bütün bu olup bitenlerden sadece beş hafta sonra, 20 Ağustos 1956’da, Ellington nihayet Time dergisine kapak olacaktır, yıldızı bir kere daha parlamıştır. Bu şevkle yeni eserler yaratacak olan besteci yeniden konserler vermeye, festivallerde boy göstermeye, ardı ardına albümler çıkarmaya, televizyon şovları yapmaya başlar. Tekrar para kazanmaya başlamıştır, kendine güveni ise eskisinden bile güçlüdür.

   
Üç yıl sonra arkadaşları altmışıncı yaşgününü kutlamak için Duke’a New York’ta bir parti düzenlerler. Sürpriz olarak hazırladıkları hediye ise, bestecinin o güne kadar ürettiği yediyüz küsur eserin notalarının bulunduğu özel olarak yaptırılmış, deri kaplı yirmidört albümdür. Ellington herkese teker teker teşekkür eder. Parti çok eğlenceli geçer. Ama Duke veda edip ayrıldığında görülür ki, hediyesini beraberinde götürmemiştir. Herkes şaşırır. Arkadaşlarından biri -Doktor Arthur Logan- Ellington’ın bu davranışını kınar: "....... çocuğu hediyesini evine götürmeye tenezzül bile etmedi!"

Belki de unutmuştur Ellington hediyesini yanına almayı, belki de arkadaşlarının iddia ettiği gibi tenezzül etmemiştir. Ama şu da var ki hediyesi geçmişinin bir aynasıdır. Her zaman ‘cool’ davranışlarıyla tanınan Duke’un ise geçmişle pek ilgisi olmadığı bilinir. İşte tam da bu nedenle, Ellington’ın Newport Caz Festivali’ndeki konserinden sonra, her konu açıldığında 29 Nisan 1899’da Washington yerine, 7 Temmuz 1956’da Newport’da dünyaya geldiğini söylemesi, bestecinin bu olaydan ne kadar etkilendiğinin çok çarpıcı bir ispatıdır.Duke Ellington, 27 Mayıs 1974’te, ardından iki bine yakın unutulmaz eser bırakarak, on sekiz yaşında yaşama veda edecektir!

(Andante Dergisi'nde yayınlanmıştır.)